RÖPORTAJLAR
Marcus Graf – Zeynep Tarlan
ÜYELERİMİZİN SANAT TARİHİ KURSU EĞİTMENİ
MARCUS GRAF
Doç.Dr. Marcus Graf Almanya’da doğdu. Hildesheim Üniverstesi’nde Kültür Bilimi ve Estetik İletişim Fakültesi’ndeki Plastik Sanatlar ve Sanat Bilimi Bölümü’nde okudu. Siemens Sanat, Baksı Müzesi ve Elgiz Müzesi gibi çeşitli kurum ve etkinliklerde küratörlük yapmıştır. İstanbul Bienali’nin 12 kez Genel Koordinatörlüğü’nü, İstanbul Contemporary’nin 3 kez Program Direktörlüğünü yapan Marcus Graf, son olarak 2010 yılından beri Plato Sanat’ta daimi küratör olarak çalışmalarına devam etmekte.
&- Sevgili Marcus, sizi hangi rüzgâr bizlerle buluşturdu?
*** 1990’larda ilk defa Türkiye’ye geldim. Almanya’da yaşadığım şehirde çok Türk arkadaşım vardı. 2001 yılında Türk arkadaşımla Anadolu turu yapmak için program yaptık. Tur programımız iptal olunca, Almanya’ya dönmeyip Türkçe dil kursuna yazıldım. Orada öğretmenim olan sevgili eşimle tanıştım ve 16 yıldır buradayım…
– İyi ki gelmişsiniz ve bizimlesiniz… Sizi İstanbul’da alıkoyan nedenlerden söz edebilir misiniz?
*** İstanbul ilham ve üretmek için çok uygun. Sürekli bir değişim içinde. Değişimin parçası olmaktan çok büyük heyecan duyuyorum. Etki tepkiyi çok yoğun yaşıyorum ve bu beni çok mutlu ediyor. Almanya yavaş ve zor değişiyor. Bu sıkıcı… Buna rağmen Berlin ve İstanbul’da benzerlikler görülüyorum.
– Türkiye ile Batı resim sanatı karşılaştırılınca bir gecikme olabilir mi?
*** Birçok alanda ve sektörde olduğu gibi resim sanatında da gecikme yaşandı.1950’den sonra bu gecikme sorunu çözüldü. Türkiye’den Paris’e gönderilen Mübin Orhon ve Selim Turan gibi genç sanatçılar Batı avangardının içinde yer aldılar. Soyut Paris ekolü, art informel ya da taşizm, abstract lirik gibi akımları paralel olarak takip edebildiler. Batıdan gelen, oryantalizm, klasisizm, empresyonizm, kübizm ve ekspresyonizm gibi sanat akımları belli bir gecikmeyle gelmişler. 1950’den itibaren Resim Sanatında bir gecikme yok.
50’lerden itibaren bazı Türk sanatçılar Uluslararası bir akım içinde yer alıyorlar. Türk Sanat tarihi için iki önemli isim, Bedri Rahmi Eyüboğlu 50’lerde, Erol Akyavaş ise 60’larda bunu yapıyor… Çok önemli isimler, çünkü Batı sanatı ile Türk sanatı arasında bir sentez yaratıyorlar. Eyüboğlu ve Akyavaş post modern bir kafa ile çalışmışlar…60’larda katı tarz hâlâ söz konusu iken 80’lerde asıl gelişmeler yaşanıyor. Onlar bunu önceden gören sanatçılar. Oysaki Mübin Orhon, Selim Turan’a baktığımızda o dönemdeki Paris ekolünün uptodate’ni çalışıyorlar. Eyüboğlu ve Akyavaş ise yeni bir ekol yaratıp, erken dönemde yurt dışındaki koleksiyonlara girdiler. Türkiye’de çok geç fark edilip, değer görmüşler. Oysaki Erol Akyavaş 1968’de MOMA koleksiyonuna giriyor. Sanatçılarımızın başarısının sırrı, kendi kültür mirasını ve sanat anlayışını, çağdaş sanatla sentezleyebilmesidir.
1960’larda Türkiye’ye baktığımızda tıpkı Batı gibi birçok akım görülüyor; organik soyut, geometrik soyut, toplumsal ve sosyal içerikli realistler var. Bir gecikme daha yaşanıyor bizim alanımızda; resim dışındaki diğer disiplenlerde, malzemelerde; guaj, hazır nesne (ready made), enstalasyon, performans ve video konusunda. Türkiye’de 70’lerden sonra başlıyor. Altan Gürmen, Sarkis, Füsun Onur, Komet, Nil Yalter, Cengiz Çekil bu alanda çalışmaya başlıyorlar. Bu çalışmalar 70’lerde başlayıp 80’lerde güç kazanıyor. Resim sanatı 80’lerde başka boyutlar kazandı; Bedri Baykam neo ekspresyonist, resim ve ötesi yaklaşımları ile Bubi gibi sanatçılarla hızlı çağdaşlaşma yaşanıyor. Ancak, 90’larda ve günümüzde çağdaş sanat olgunluğa erişiyor. 1990’lardan itibaren Türk Sanat üretimi genel olarak bütün alanlarda Batı ile eş değer gidiyor.
-Dünyada ve ülkemizde en çok beğenilen sanatçılar arasında kimlerden söz edebiliriz?
**** Şu ya da bu sanatçı demem zor. Ancak şöyle önemli bir bilgi verebilirim; dünyada, sanat ortamında kim öne çıkıyor o şekilde bakabiliriz. Hem sanatsal, hem ekonomik, hem de popülariteyi gösteren internette bir web ortamı var; www. artprice. com dünyadaki 540 müzayedeyi takip ediyor, bütün satış rakamlarını takip ediyor. Her yıl “annual art report” yayınlıyor internette. 500 sanatçı arasında 1. kim 2. kim gibi görülebiliyor. Şu bilgiyi de paylaşmak isterim. Eskiden klasik olarak 19 yy sanat piyasası en pahalı ve en genişiydi. Sonra modern sanat piyasası çok yükseldi. Picasso gibi sanatçılar rekor kırdılar. Sonra da Warhollar ve Pollocklar rekor kırdılar. Ama şuan en pahalı sanatçı John Michel Basquiat Barbican … Son rekoru 110 milyon dolar.
Kendi kültürünü kullanıp çağdaş anlayış, teknik ve malzemelerle sunabilen sanatçıların, eserleriyle hem kendilerini hem de toplumu ileriye taşıdıklarını görüyoruz. Bir sanatçı hem kendi ülkesinin kültüründen hem dünya ülkelerinin kültürlerinden faydalanabilmeli.
Sanatçılar toplumlar için çok önemli, var olan statülerinin ötesine geçebiliyorlar. Bazen karşıt fikirleri sunuyorlar bu bizim iyiliğimiz için; bizi ileri taşıyorlar. Karşıt görüşler sanatçı ve toplum için daima geliştirici…
– Sevgili Marcus, sizin için Sanat sanat için mi? Sanat toplum için mi?
*** Bana göre her sanat toplum için… Her yapıt otomatik olarak toplumun bir parçası olarak meydana geliyor. Toplumdan geleni üretip topluma mâl oluyor. Sanatsal eserler toplumsal süreçlerin sonunda meydana geliyor. Bazı sanatçılar toplumsal masal ve sanat ile ilgilendiklerini söylüyorlar. Bence sanat, hem toplumsal, hem siyasi, hem formalist. Müzik gibi düşünmeli insanların bazen Jazz, bazen pop, bazen klasik müzik, bazen rock dinlemeye ihtiyacı olabiliyor. Ben bazen enerjik renklerden oluşan resimlerden çok haz alabilirim.
Sanat sanat içinmiş gibi iken dikkatli bakıldığında içinde toplumu görmek mümkün… Günümüzdeki sanat şiiri ve siyaseti birleştirebiliyor… Eğilim olarak sanat toplum için…
Bu değerli sohbet ve değerli paylaşımlar için Sayın Marcus Graf’a çok teşekkür ediyorum…
Kurslar Komitesi inisiyatifi ile başlatılan, Marcus ve diğer değerli hocalarımızla birlikte yararlı çalışmalarımıza devam ediyoruz…
FOTOĞRAFLAR : BERKER GÜNGÖR