RÖPORTAJLAR
Mustafa Denizli
Üyemiz Avukat Uğur Poyraz basın ve spor camiasında çok sevilen bir kişi. Hepimizin tanıdığı değerli basın mensupları ve spor adamlarını Kulübümüzde ağırlamaya, onlarla hoş sohbetler yapmaya karar verdik.
Bu çerçevede memleketimizin futbol alanında çok deneyimli teknik direktörü Mustafa Denizli’yi Kulübümüze davet ettik. Sevgili Mustafa Hoca Genel Sekreterimiz M. Erkan Ülker ve Uğur Poyraz’ın sorularını yanıtladı.
Türk Futbolu’nda;
⦁ Bir Türk takımı ile Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı finale çıkan ilk ve tek teknik direktör,
⦁ Fenerbahçe’yi şampiyon yapan ilk teknik direktör,
⦁ Beşiktaş’a Türkiye kupasını ve şampiyonluğu kazandıran ilk Türk Teknik Direktör,
⦁ Üç büyük takım olan Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’da şampiyonluk yaşayan tek teknik direktör,
⦁ Milli takımı uluslararası bir turnuvada çeyrek finale çıkaran ilk teknik direktör
gibi önemli ilkleri olan çok tecrübeli bir futbol adamısınız. Futbol konusunda Türkiye nerede, neleri yanlış yapıyoruz? Size Türk Futbolu’nu tam yetki ile teslim etsek ve 7 yıllık bir stratejik plan/revizyon hazırlayın desek ele alacağınız başlıca düzenlemeler neler olurdu?
Teknik direktörlüğe başladığım ilk yıllarda futbol ile ilgili birçok kişinin düşünüp de söyleyemediği şeyleri söyledim. Önce tepki ile karşılaştım ama zaman içerisinde yapılabilir olduğunu gördük. Avrupa Şampiyonlar Ligi’nde finali hedef gösterdiğimde abartı zannedildi. Bilir misiniz bizim futbol federasyonumuz Avrupa Şampiyonlar Ligi ile ilgili maçlar yapıldığı tarihte Türkiye Kupası’nın fikstürünü koyardı. Çünkü bir Türkiye takımının Şampiyonlar Ligi’nde Mart-Nisan-Mayıs aylarında oynayabileceği düşünülmezdi.
Evet, üç büyük takımda şampiyonluklar yaşadım. Ama daha önemlisi bu üç büyük camiada sorunsuz görev yapmaktı ve kabul görmekti.
114 yıllık tarihi olan Beşiktaş’ta çalışırken bir Türk teknik direktör ile şampiyon olmadığını bilmiyordum. Fenerbahçe ile de şampiyonluk yaşayan ilk Türk teknik direktör olduğumu da bilmiyordum. Galatasaray ile ilk defa Avrupa’da çeyrek final oynadık. Bunlarla insan çok mutlu oluyor.
Ben Manisa’da, Rize’de de teknik direktörlük yaptım. Asıl beni çok mutlu eden şey, İstanbul’da veya Türkiye’nin herhangi bir şehrine gittiğimde Türk Milleti’nin bana sevgisini göstermesi.
Sportif başarı esasında bu mesleği yapan herkesin hayatında vardır. Ama milletin her kesiminden samimi bir sevgi görmek her şeyin üstünde.
Bizde olmayan en önemli iki unsur var. Bir tanesi zamandır, bir tanesi de sabırdır. Günlük yaşamaya, başarılara alışmış ülkeler ister sporda isterse başka alanlarda olsun günü değerlendirmeye çalışırlar. Yani onların değerlendirmesi kısa dönem çalışmaları ile ilgilidir. Kısa dönemde bir takım şeylerin yapılması istenir, olmasa da değiştirilir. Futbol da öyle yani kulüpler, yönetimler, federasyonlar kendilerini ayakta tutacak olan şeyin başarı olduğunu düşünürler. Yani başarı gelsin de nasıl gelirse gelsin. Biz başarıya kalıcı bir şekilde uzun dönem stratejik plan yapmadık.
Türkiye’de seçimler bile 5 yılda bir yapılıyor, 7 yıllık stratejik plan hak getire.
Futbolda başarıda, teknik direktörlerin rolü konusunda ne dersiniz?
Bizim uğraş verdiğimiz futbol konusunda ve spor dallarının hemen hemen hepsinde birçok kişinin birlikte uyumlu, planlı ve uzun süreli çalışması sonucunda başarı gelir. Yönetimler ise genellikle seçildikten sonra kısa dönemde başarıya ulaşmak istiyor. Futbolda bu başarının karşılığı şampiyon olmaktır. Örneğin ülkemizde ligde ikinci olursanız başarısız kabul edilirsiniz.
Türkiye’de benim de hocam olan Gündüz Kılıç, Coşkun Özarı gibi değerli futbol adamları hizmetler vermiştir. Ben dâhil tüm teknik direktörler Türkiye’de yarışmacı rolündedir; yarışmada başarılı olursak görevde kalıyoruz.
Bana 5 yıl süre verin bu gidişatın çehresini değiştireceğim dersek bile bu imkânın verilebileceğini düşünmüyorum. Kulüpler ortak akıl ve çaba, plan, programdan söz eden kişileri kolay kolay göreve getirmemişlerdir. Buna bir sebep de bu işe ayrılan bütçenin yetersizliğidir; bir başka sebep de altyapı çalışmaları için çok fazla mesai harcamak konusudur.
Ülkemizde futbol başarısı diğer alanlardaki başarılarla ilgili midir sizce?
Güzel bir konuya değindiniz. Türkiye’deki üniversiteler zaman zaman dünyanın ilk 500 üniversitesi arasına giriyor; örneğin Boğaziçi Üniversitesi, ODTÜ gibi. Bu üniversitelerin dereceye girmesi tüm üniversitelerimizin başarılı, Türkiye’deki eğitim sisteminin rayına oturmuş olduğu anlamına gelmez. Dünya çapında üniversiteler olabilir ama dünya kadar eğitim sorunumuz da var. Bir lig takımımızın uluslararası başarısı Türk Futbolu’nun alt yapı sorunlarının halledilmiş olduğuna işaret etmez.
Galatasaray’ın veya Türk Milli Takımı’nın zaman zaman başarı elde etmeleri de Türk Futbol sorununu çözmeye yetmiyor. Alt yapı konusunda elbette çalışmak, futbol alanında tarihe not düşmek çok anlamlı olurdu; ama bir düşünün lütfen alt yapılarda göreve başlarsam güncelliği yitiririm. Alt yapıda görev alırsanız size 10 Lira verirler, şampiyon yapacağınız bir kulüpte 100 Lira alırsınız. Takdir edin ki bir taraftan da profesyonel olmak zorundayız.
Bu konularda konuştuğunuzda veya yazı yazdığınızda bile okuyucu, izleyici sizi takip etmemeye başlar.
Peki hocam siz Almanya’da çalıştınız, Almanya’nın titiz, sistemlerin olduğu, bugünü değil yarını planlayan bir tarzı vardır. Karşılaştırınca İran, Azerbaycan, Türkiye, Almanya ne fark var futbolda?
Bariz fark var, farkı tek bir sektörde göremezsiniz. Bu fark bütün sektörlerde vardır. Yani Almanya’yla aramızda futbol yetişme tarzı, alt yapısı üst yapısı değil her alanda işler farklı ele alınıyor.
Bu yıl benim futbola adım atışımın 50. yılı. Çocuk denecek yaşta da profesyonelliğe geçtim. Yani, Türkiye’de futbolu hem idari hem teknik yönlü yaşamış görmüş bir insanım. Federasyonu organize edeceğiz, o planlayıcıdır. Federasyon kulüplerin belli birimleriyle bu işin nasıl yapılanması gerektiğini bilecek. Şu anda harika bir tesisleşme var, şehirlerin kavuştuğu stadlar harika, bunlar tamamen üst yapı ile ilgili. Üst yapıda fiziki konumu değiştirebilirsiniz. Fiziki konum maddiyatla değişebilen şeylerdir, ama diğerleri plan program ve akılla değişen şeylerdir ve zamana ihtiyaç vardır. Ben televizyonda program yapıyorum, çok basit bir örnek vereyim, geçen hafta Almanya İngiltere ile oynadı, Alman Milli Takımı’n orta sahası tamamı nerdeyse Türk’lerden oluşacaktı. Şimdi İlkay, Mesut bir de Emre Can yani üç tane Türk, dünyanın en başarılı ülkelerinden biri olan Alman milli takımının orta sahası yani, futbol oyununun yönetim kısmı Türk’lerden oluşuyor. Bir milyondan bir kişi çıksa 80 tane üst yapı futbolcusuna sahip olur. Şu an 80 tane üst yapı futbolcumuz yok. Bunun bir sebebi olması lazım. Almanya’da üç milyon Türk’ün içinden Türkiye’de iyi futbol oynayan 150 civarında çocuk var Türkler’in yeteneği konusunda sıkıntı yok.
Demek ki çalışma şartlarında bir farklılık var. Futboldaki en büyük okul sokaktır. Sokağı kaldırdık 2000’li yıllara kadar Türkiye’de yetişen bütün yıldızlar sokaktan gelmiştir. Sokakta kendi yeteneklerini geliştirme şansını hep bulmuşlardır. Sokak dediğin yerde risk vardır, can güvenliği dâhil risk vardır. Bunların arasından çıkanları alıyorsun apayrı bir yere getiriyorsun ve birilerine teslim ediyorsun. Bunlarla hangi çalışmayı yaptık, çocuk psikolojisi dediğimiz konuya ne kadar eğildik. 18 yaşına, kendini bulduğu dönemlere kadar da öğrenme çağını kendini geliştirme, yetiştirme çağının geride bırakıyor. Gençlerin bu gelişme döneminde bilimsel yaklaşım gerekiyor. Geçen akşam milli maç oynanıyor, bir arkadaşımız yorum yapıyor; bunları Lucescu’nun öğretmesi gerekiyor. Böyle bir şey olamaz, orası öğrenme yeri değildir. Temel konular milli takım futbolcusuna öğretilmez. Milli takımda oynayan oyuncu artık öğrenmiş bir sporcudur.
Hocam Lucescu dediniz de hiç mi Türk antrenör yoktu da Lucescu milli takımda antrenör oldu?
Ona karar verenler herhalde bir takım şeyleri düşünmüşlerdir. Türk Milli Takımı’nın başarılı olduğu yıllarda görevde bir Türk olmuştur hep. Neden yabancı, onu federasyon cevaplar. Federasyon belki şunu diyor; Türkiye’de bu işi kurtaracak o değerde bir teknik adam yok, böyle karar almış olabilirler veya varsa da başka takımlarda çalışıyorlar. Çalışmayan ben vardım.
Size teklif etmediler mi hocam?
Hayır, bana teklif etmediler.
Siyasette, siyasi partiler zaman zaman vatandaşlarımızın spor alanında sempati ile baktığı futbolcuları, güreşçileri partilerden aday gösteriyor. Galiba henüz bir teknik direktör milletvekili olmadı. Size herhangi bir partiden teklif geldi mi? Gelse siyasete girer misiniz?
Hem yerel bazda hem genel bazda aşağı yukarı 25 yıldır çeşitli siyasi partilerden teklif aldım Benim siyasetle bir işim olmaz, ama siyaseti çok yakın takip ederim. Ülkemin yaşadıklarını takip etmek vatandaşlık görevidir. Benim kendi başarılı olabileceğime inandım sektör başka bir sektör. Neticede ne olursa olsun siyaset de futbol da bir takım oyundur. Biz buradaki takım oyununu tercih ettik. Benim için ülke adına yapılan her olumlu şey kutsaldır.
Ben Türkiye milliyetçisiyim. Ülkemin her tarafını gezmiş, yaşamış bir insanım. Her yöresinde insanlarla konuşmuş havasını teneffüs etmiş, yani Türkiye dediğimiz o sınırları içinde kalan her yer benim için çok değerlidir. İnsanıyla, toprağıyla, yurttaşı ile o vatan dediğimiz şeyin sevdalısıyım.
Hocam, ben sizin Beşiktaşlı olduğunuzu biliyorum ama üç büyük takımı şampiyon yapmış bir teknik direktör olarak bu takımlar arasında en keyif aldığınız hangisidir?
Ben doğduğumda Beşiktaşlı oldum. Bu takımlarda çalışırken çok farklı duygular yaşıyor insan. Camialarda başarmanın mutluluğunda sınıflandırma yapamazsınız. Ben teknik direktörlüğe başladığım ilk yıllarda şampiyonluk yaşadım. Onun keyfi başka tabi. Fenerbahçe’de şampiyon olduğumuz gün, o zaman yayıncı kuruluşun dışındaki kuruluşlar da girerdi sahaya, maç sonrası birisi; hocam ne diyeceksin işte tarihi boyunca ilk şampiyonluğu yaşayan Türk’sünüz dedi. Ben şunu söylemiştim; sağ olun ama ben Fenerbahçe’de sezonu bitiren bir Türk antrenörüyüm.
Hocam birçok kulüp yöneticisi tanıdınız, bu yöneticiler arasında en çok takdir ettiğiniz Başkan hangisidir?
Benim görev yaptığım kulüp başkanları içerisinde, federasyon başkanları içerisinde şu anda görevde olan iki kişi var büyük takımlarda. Federasyon başkanlarının biri hariç tamamı hayatta. Hiçbir kulüp başkanı benim yaptığım görev alanına girmedi, giremedi. Ben onlara bunu söylerken asla saygısızlık yapmak istemiyorum. Kulüp başkanlığı çok saygın bir makamdır. Yani onların görev alanları farklıdır, benim görev alanım farklıdır. İki görevin de amacı o kulübü başarıya taşımaktır. Onlar kendi alanlarındaki doğruları yaparsa ben de kendi sahamdaki doğruları yaparsam zaten şampiyonluğa ulaşılıyor. Şampiyonluğun, yönetimin, teknik direktörün, futbolcuların ve geniş bir ekip ve emekçinin eseri olduğunu da hiçbir zaman unutmamamız gerekiyor.
1984-85’ten başlayarak Galatasaray’da 3 yıl Derwall’in yardımcılığınızı yaptınız, ondan ne öğrendiniz?
Derwall bana ne öğretti, Derwall bana hiçbir şey öğretmedi. Ben hepsini Derwall’den öğrendim. Bana bir şey öğretmesi için Derwall’in beni karşısına alıp mesai harcaması gerekirdi, öyle olmadı. Bu meslek öğretilen bir meslek değildir, bu öğrenilen bir meslektir. Şimdi benimle beraber antrenörlük yaşamımda süper ligde veya bir alt ligde görev yapan 6-7 tane antrenör var. Bunların hiç birinin üzerinde benim payım yoktur.
Derwall’e her gün 20 tane soru sorardım. O gelip bana bunu, böyle yapacaksın demezdi. Ben ne yapmam gerektiğini ona sorar öğrenirdim. Derwall benim öğretmenim değildi, Derwall benim okulumdu.
Hocam Almanya – Aachan, İran- PAS-FC ve Persepolis, Azerbaycan – Hazar Lenkaran takımlarında teknik direktörlük yaptınız. Özellikle İran’ı merak ediyoruz?
Ben edebiyat okudum, tarihe çok meraklıydım. İran Pers Kültürü beni çok etkilemiştir. Yani İran’ı görmeden önce farklı düşüncelerim vardı orda yaşadıktan sonra farklı düşüncelere ulaştım yani İran’da binlerce yılın getirdiği bir kültür var. İran’ın futbol için ayırdığı imkanlar Türkiye’deki ekonomik koşulların futbol adına çok gerisinde olduğunu söylemek lazım.
İran’da ciddi bir geliri olan kulüp yoktur. Birkaç tane kulübün yönetim kurulları atamayla gelir; Bürokratlardan oluşur. İlk gittiğim kulübün başkanı o zaman emniyet genel müdürüydü; İran’da şu anda belediye başkanı. Benim de yakın dostumdur. İkinci gittiğim kulüp Persepolis’te yönetimleri devlet tarafından atanan bürokratlardır. Dolayısıyla zaman zaman devletin maddi yardımları olur, ama öyle sponsorluk veya yayın geliri yoktur. Dünyada bütün kulüpleri ayakta tutan unsur yayın geliridir. Azerbaycan’da, İran’da da yayın geliri yoktur. Dolayısıyla belli birkaç tane kulübün dışında bütçeleri Türkiye’de ki kulüp bütçelerinin çok altındadır.
Son olarak en çok beğendiğiniz Türk futbolcu kimdir diye sorsak?
Tereddütsüz Metin Oktay derim. Çocukken yazın, Çeşme’de o antrenman mahiyetinde bisiklete binerdi, yoruluncaya kadar bisikletinin arkasında koştuğum günler olmuştur.
Hem futbolcu, hem insan olarak yeri doldurulamayacak değerdedir; bir gün hayatımı yazacağım bir kitapta ondan çok bahsederim diye düşünüyorum.
Çok teşekkür ediyoruz ve sizi Büyük Kulüp’te sık sık görmek istiyoruz.
Ben teşekkür ederim davetiniz için; söz, gelmeye çalışacağım.